1. Gün
İstanbul’dan Oslo’ya uçtum.. 1 gün sonra Svalbard’a uçacaktım.. daha önce hiç heyecan yoktu Norveç’e varmamla heyecan bastı.. biliyordum ki gideceğim yer daha önce gördüğüm yerlere benzemiyor ve kutuplar yani çok iyi donanım falan lazım diye tahmin ediyordum.. Neyse 1 gün sonra uçağım geldi çattı.. atladım ve uçakta ilk merak ettiğim olay güneş batacak mı ?.. güneşi izliyorum saat olmuş gece 1 hala uçağın penceresinden vuruyor.. gece 3 gibi svalbard havaalanına indim güneş hala tepemde.. heyecan var aldım çantamı çıktım havaalanından bi 10 metre yürüdüm.. 3-4 tane kuş bana saldırmaya çalışıyor.. hani korku filmlerinde karga sürüsü insanlara saldırır ya kabus gibi… he işte aynı öyle duyguları yaşıyordum.. ben çadırımı kuşlara savuruyorum yaklaşmasınlar diye onlar daha da gelmeye başlıyordu sanki.. sonra arkadan birisi seslendi.. baktım ve adam ‘tekbir’ işareti yapmamı istedi… kaldırdım elimi tekbir işareti yaparak.. haydaa kuşlar bi an çekilmeye başladı.. var demek ki tekbir işaretinde bi hikmet varmış dedim kendi kendime:)) daha yeni geldim bu heyecanı yaşadım ya daha neler yaşarım diye konuşuyorum kendimle.
Geçtim kamp alanına.. havalanının hemen dibinde zaten.. benimle gelen yolcular hemen açtılar çadırları ‘hiç rezervasyona gerek yok mu?’ diyorum etraftakilere ‘sorun yok sadece çadırını aç sabah halledersin’ dediler.. ben de diyorum buranın sabahı mı var gece olmuş 3 hala güneş tepemde:)) Kurduk çadırları.. girdim çadıra.. uyku ? yok güneş var psikolojikmen uyuyamam zaten.. uyusam da en fazla yorgunluk uykusu olur 1 saat falan.. onun da işini uçakta gördüm zaten.. kalktım kamp evine gittim.. bi kahve yaptım kendime.. etrafta Fransızlar’In ‘füsüyon püsüyon’ konuşmaları.. benim de kanım kaynıyor duramadım.. içtim kahveyi gittim şehir merkezine doğru..
Yolda yürürken internetten araştırırken gördüğüm fotoğrafları şuan kendim canlı görüyordum.. hayal gibi görülen yere gelmiştim.. bak artık buradasın falan diyorum kendime.. coğrafa mükemmel zaten.. bulutlar dağlarla sürtüşüyor.. ortalık manzara dolu.. bi ara birisi durdu minibüsüyle ‘gelmek ister misin’ dedi.. atladım arabasına maksat ona bi kaç sormak için beni merkeze kadar götürdü.. merkezi gezdirdi anlattı ne yapmam gerektiğini dinledim sonra gene koyuldum tek başıma yürümeye.. etrafta bi kaç insan var.. ben de şehir merkezini gezeyim de önümden çıksın diğer günler hiking falan yapayım diyorum..
Aradan bi kaç saat geçti kamp alanında gördüğüm çocukla tanıştım.. Kanadalı yaşı benim gibi.. konuştuk muhabbet açıldı.. o ara bi norveçli amca da geldi muhabette girdi.. longyearbyen de ne yapabiliriz diye konuşuyoruz… hemen dibimizdeki tepeye tırmana bilir ve güzel bi manzara görebileceğimizi söyledi.. Kanadalı arkadaşla göz kırptık olaya hemen tırmanışa geçtik.. bi baktım Ren geyikleri şehir merkezine kadar gelmiş.. şok oldum.. sanıyordum ki çok nadir görebilirim.. etraf kutup ren’leri kaynıyordu.. görmem ii oldu onu da aradan çıkarmıştım.. bi ara boynuzu büyük bi ren geyiğine bayağı yaklaştım.. boynuzların savurdu.. kim vurduya gidiyordum.. hemen ayrıldım oradan..
Kanadalı’yla tırmanıyoruz.. terlemeye başladık.. ‘yuh be kutuplarda terleyebileceğim hiç aklıma gelmemişti’ dedim.. korktuğumuz kadar soğuk olmadığını anlamıştık.. hatta hava çok iyiydi bahardan farkı yoktu ilk günün..
Tepenin zirvesine bi geldim.. manzaraya doyum yok.. İzlanda’nın iklimiyle aynıydı.. İzlanda görmüş kadar oldum.. Arkadaş da hiç bu kadar güzel olacağını tahmin etmediğini söylüyordu.. gerçekten de ilk defa böylesine müthiş bi coğrafya görmüştüm..
Tepeden inerken her saniye arkamıza bakıyoruz.. belki kutup ayısı çıkar gelir diye.. silahımız yok.. tabi daha acemiyiz.. korkuyoruz yeni gelmişiz.. daha sonra insanlar gittiğim tarihlerde kutup ayılarının kuzeye çıktığını söylediler.. tabi belli de olmuyormuş.. her an karşına çıkabilirmiş..
Döndük kamp alanına kendimizi biraz yorarak.. çadıra girdim bi kaç saat kestirdim.. ilk günü böyle bitirecektim..
2. Gün
Sabah kamp evinde bi ton genç vardı herkes birbirine selam veriyor… iyi bir ortam var derken ben de tanıştım gençlerle.. hepsi alman bi benle kanadalı arkadaşım yabancıydık onlara.. anlaştık aramızda bi yürüyüş yapalım dedik.. herkes onayladı.. arkadaşlarda silah lisansı vardı.. tabi gideceğimiz yere silahsız gitmek yasak.. herkes hazırlığını yaptı.. öğlen saatine doğru yürüyüşe çıktın.. Pilarberget diye bi dağa tırmanacaktık.. ve dağı dolanıp 7-8 saat sonra yürüyüşü bitirecektik..
İlk anlamlı yürüyüşümüz başladı.. yolda kutup tilkileri ren geyikleri.. kutup kuşları derken en çok da dikkatimi penguene benzeyen kuşlar çekti.. penguen görmeyi o kadar çok görmek istiyordum ki görmüş kadar oldum.. hep bu kuşlar uçabiliyordu da:))
Yolda birbirinden güzel masal evleri gibi.. okyanusun kıyısına kurulmuş evle.. dağların eteklerine çarpıp bize gelen kuş sesleri.. muhteşemdi svalbard’dan ayrılırsam çok üzüleceğimi o an anlamıştım.. kelimeler yetmiyordu açıklamaya.. doğası farklı.. evleri farklı insanları farklı.. Dünya’dan bi yer olmadığını belliydi..
Burada 29 yıl yaşayan 18 yıl yaşayan insanlarla tanıştım.. bizim gibi olmadıkarı çok belliydi.. toplumdan veya birşeyden sessizliğe kaçtıkları çok belliydi.. bakışlarında bile bi farklılık sezebiliyordum..
Yürüyüşe devam ederken ‘burada yaşamayan ne olsun’ diye kendi kendime söyleniyordum.. insanın burada yaşayası geliyor.. ama 6 ay gece 6 ay gündüz olması.. ve hiç ağaç olmaması bi dezavantaj olduğu aklıma geliyordu.. ancak önemli olan birşey vardı.. İnsan.. insan gibi yaşıyordular.. herşeye saygılı insanlar.. adadaki kurallar bile bunu teyit ediyordu..
Yürüyüş 7 saatte bitti.. bu yürüyüşte svalbard’ın iç yüzünü görmüştüm.. arkadaşlarla olan sohbetimiz ve verdikleri bilgiler.. kafamdaki svalbard sorularını cevaplamıştı..
3. Gün
Kamp sahibine Pyramiden tekne turu için rezervasyon yapmasını söyledim.. ve arkadaşlarla limana gittik.. Pyramiden’e doğru giderken teknede Taylandlı Jamie ustayla tanıştım.. Türkiye’yi de gezmiş.. bizimle ilgili bayağ bilgisi vardı.. hatta bizim saçmalıklarımızla bile alay edecek kadar bizi iyi öğrenmişti.. yaşı 40 civarıydı.. kafa 19 ama ben kendime maceraperest derken bu benden daha hareketliydi:) o da uzun tur bisikletçi.. gezip görmek istediğimiz yerler aynı kafa her türlü uyuşuyor.. bi anda samimi olduk..
Neyse Piramiden’e yol alırken hep okyanusa bakıyorum belki balinaların geçişini izlerim diye.. bi türlü göremedim.. arada bi arkadaşın dürbünüyle dağlara kıyıya bakıyoum belki kutup ayısı görürüm o da yok.. velhasıl Pyramiden’e vardık.. bizi sasha diye sovyet askerlerinin kıyafetinden giymiş bi kafa adam karşıladı.. indik tekneden.. köyü gezerken bizden sorumlu Rus abiyle Sasha’nın esprileri gelen turistleri de beni koparttı.. neyse Pyramidden’i gezerken.. sasha abimiz anlatıyor.. geçen hafta bar’a kutup ayısı girmiş herşey dağıtmış.. bira falan içmiş diyordu.. şakayla karışık gerçek bi şekilde..
Köyü gezerken anlatıyor.. Pyramiden adını köyün yanındaki dağın tepesinin piramit gibi olmasından.. adını pyramiden koyduklarını söylüyor.. Pyramiden’e ilk hak sahibi isveç’miş daha sonra 1942’de Sovyetler bölgeyi İsveçliler’den parayla satın almış.. 3bin’e yakın Rus buraya gelmiş yerleşmiş.. büyük binalar falan yapmışlar 1972’de.. köyün hemen yakınındaki tepede kaliteli kömür madeni bulmuşlar.. geçim kaynakları olmuş.. daha sonra Sovyetler batmış.. ekonomi kötüye gidince köylülerin çoğu anakaraya geri dönmüş.. en köy 1998’de tamamen boşaltılmış.. 2006’da 2 rus gelmiş tekrar buraa yerleşmiş.. daha sonra 6 olmuşlar.. şuan 8 kişi yaşıyormuş..
Benim köyden hissettiklerim ise.. yerleşkede sanki hayaletler var.. evlerin binaların içini gezerken.. Ruslar’ın yerine koydum kendimi.. mükemmel bir mistik havası var.. o anları o tarihleri yaşadığımı fark ettim.. köy o kadar özel ki.. o kadar değer veriliyor ki.. görevli ‘sadece fotoğraf ve anılarınızı alın’.. başka bir şeye ellemeyin demek istiyor:)).. herşey terkedildiği zaman ki gibi duruyor.. ve bu yüzden mistik havasını hala koruyor..
Sonra Pyremiden köyünden ayrılırken.. rota yakınlardaki bi buzulu görmekti.. ilk kez bi buzulu burada ve en yakın şekilde gördüm.. daha önce görmek benim için hayal gibi bişiydi. .hep izlediğim belgesellerde oraya benim ulaşmam benim için imkansız gibi düşünüyordum.. ve buzuld ağını burada da görmüş oldum bu da önümden çıkmıştı.. tek görmek istediğim artık kutup ayısı ve balinalardı…
Tekne turu 10 saat sonra bitti.. arkadaşlarla kamp alanına döndük.. o yorgunlukla herkes çadırına sokulurken ben gene her zamanki gibi uyuyamayıp.. saatlerce balinaların geçmesini bekledim:))
4. Gün
Hiç planım yoktu.. ne yapayım ne edeyim derken.. aklıma Uzay araştırma istasyonu geldi.. dağın tepesinde duruyor.. oraya silahsız gidemezdim.. bizim taylandlı jamie abiyi kandırdım.. onu da beraberim de götürecektim.. silahsız gitmek tamamen maceraydı ama bir o kadar intihar.. 0 rakımdan 800 metreye tırmanacaktık ve orada bi insan yok.. her an kutup ayısı çıkabilir derken.. ben de biraz macera arıyordum artık.. jamie abiyi kandırarak kamp alanından oraya doğru yolun yarısını yürüdük.. bu pes etmek istedi.. aptallık olur oraya silahsız gitmek derken.. ona 40 yaşındasın belki ama hayatında pek anlatacağın bişi olmaz.. kutup ayısı görüp ondan kurtularsak anlatacağın birşey olmaz mı espriyle karışık derken baktım bu yedi..
Aldık yolumuzu tırmanmaya başladık.. her saniye her an etrafımıza bakıyoruz ama adrenalin doluyuz.. düşünüyorum 2 bin insan varsa ve insan sayısından fazla kutup ayısı varsa neden önüme çıkmasın ki derken.. adrenalin tavan yapıyordu.. yolun yarısından fazla tırmanırken bi rüzgar karışık fırtına bastı.. zar zor jamie’yi ikna ederek çıktım uzay araştırma istasyonuna.. amacım buraya çıkmak değilde bi adrenalin yaşamaktı.. ve öyle de oldu..tırmanışın meyvesini manzarayla almıştık.. öyle ki bulutlar çökmüş.. bizim üstümüz kapalıyken karşı tarafımızdaki dağların üstünün açık olduğunu görebiliyorduk.. havanın açık olduğu yer cennetin kapısı.. öyle duruyorduki sanki elimizi oraya doğru uzatsak.. cennete girecez.. teffekür olayı burada geliyordu işte insana.. normal anlar değildi bu..velhasıl jamie abiyle gerçekten çok korku dolu heyecanlı anlar yaşamıştık.. dönüşte longyearbyen’de yaşayan bi kız bizi arabasına aldı.. uzay araştırma istasyonunda çalışıyormuş 4 kişiylermiş.. başka da bişi yok o dağda.. 20 taneye yakın top şeklinde uydular daha da bişi yoktu..
Kamp alanına döndük.. kurt gibi açtık.. tırmandığımız saatler gece 2-3 tü.. zaten ben de gece gündüz kavramı diye birşey kalmamıştı.. lakabım neredeye kutup bekçisi olacaktı.. insanlar hep neden uyumuyorsun.. uykun gelmiyor mu.. diye sorular soruyordu hergün.. taş çatlasın 4 gün boyunca 7-8 saat uyumuştum.. güneş hep tepemde hep tepemde.. bi ara jamie abi de uyuyamadı.. kalktı tayland yemeklerinden bir tanesinden pişirdi.. öyle bi koku sardı kamp evini.. sabah milllet uyanıp kamo evine girdiğinde yüzlerinde bi ekşime sıfatı beliriyordu.. kokusu öyle bi sivriydi ki.. burnumuzun direği kırıldı deyimi herhale bunlardan geliyordu:))
5. Gün
Fırtına günüydü.. çadırda bi kaç saat uyuklarken bi an fırtına sesinden uyandım.. bi baktım çadırımın çubuklarından birisi kırılmış.. burnum donmuş.. parmaklarım donmuş.. ayaklarım donmuş ve hiç haberim yok.. çadırın pollerinin kırılması canımı çok sıkmıştı.. daha 1 hafta norveç’te kamp atmayı düşünüyordum.. ancak havanın kötü olmasına bi yandan da seviniyordum.. 5-6 günlük kutup maceramda tüm hava olaylarını görebilmem şanslı olduğumu hissettirdi
Gün başladı gene.. kimsenin planı yoktu.. planı olan da planlarını iptal etmek zorunda kaldı.. adada hiçbir kıpırdama olmadı.. gün boyunca arkadaşlarla sohbet ettik.. herkes anılarından bahsediyordu.. muhteşem bir ortam olmuştu.. herkes samimi kimsenin bir çıkarı yok.. en son beraber bir fotoğraf çektirelim dedik.. günü böyle kapadık.. 5. günün gecesi Oslo’ya uçağım vardı.. sohbet bittikten sonra artık bi sessizlik oluştu.. çoğumuz ayrılacaktık.. 5 gün geçirdik ama güneş hiç batmadığı için günler uzundu 1 ay gibi geldi.. hepimiz beraberdik.. arkadaşlıklar dostluklar kurulmuştu.. ama ayrılacağımızı biliyorduk.. bi üzüntü havası oluştu.. uçak vakti gelene kadar ayrılmak istemiyordum.. son ana kadar burada yaşamak istiyorum burada kalmak istiyorum desem de kendi kendime öyle olmıyacaktı.. herkes tek tek sessiz bir şekilde vedalaştı.. ve Svalbard artık bitiyordu..
Ama elbet bir gün bir daha gideceğim.. 1 sene veya 10 sene sonra fark etmez kesin gideceğim!
Svalbard kısa filmi
– Rahmi Çekmen