THAILAND GÜNLÜKLERİ II (APALAKASIZ GEÇİŞLER)

Tayland’ın en büyük adası olan Phuket’ten en büyük ikinci adası olan Koh Samui’ye doğru acayip rahatsız ama en azından klimalı bir otobüsteyiz, bir saate vapura aktarılacağız. Hiçbir toplu taşıma aracında uyuyamadığım gibi bunda da uyuyamıyorum. Seyahat yoldaşlarım horlamaya başladılar bile. Kulağımda yine harika müzikler dolanırken camdan dışarı bakıyorum. Fark ediyorum ki bana en huzur veren şeylerden biri de kocaman veya upuzun ağaçların sıra sıra dizilerek oluşturduğu gölge ve görüntü. Tayland’de bu ağaçlar genelde palmiye oluyor. Çok daha şık bir görüntü. Phuket baya temiz, baya büyük, taksilerin inanılmaz pahalı olduğu, canlı bir ada. Couchsurfing’ten tanıştığımız üç Mısırlı arkadaşın misafiri oluyoruz bu sefer. Tüm adayı motosikletleriyle gezdiriyorlar bize, biraz da sanki yerel halka hava atıyorlar, kızlar kızlar gelem mi yanagızdan öpem mi tonunda. Eğlenceliler ama hakkını vermeliyim. En sevdiği yuksek tepelere çıkarıp, en sevdiği manzaralardan ve anılarından bahsediyorlar bize. Biz de keyiflenip Türkçe şarkılar mırıldanıyoruz, hoşlarına gidiyor dilimiz. Bi daha bi daha diyip alkışlıyorlar, hoşumuza gidiyor devam ediyoruz. Sonra hayatımda görmediğim büyüklükte kurbağalar görüyorum. Çıkardıkları sesler, bir sığır sürüsünün sesiyle eş değerde, kanallarda yankılanıyor, şaka değil. Rusların dolu olduğu bir hostelde agırlanıyoruz o akşam. Ruslar hala çok soğuk. Ağızlarından birer kelime almak için ugraşıyorum, uğraş sonunda bir şeyler öğreniyorum. Su an yolunda olduğumuz Koh Samui adası dünyaca ünlü full moon partilerinin olduğu Koh Phanagan adasına çok yakın. Planımız sabaha kadar dens dens dens. Full Moon (dolunay) haftayaymış ama bu thai halkı ayın her şeklini kutluyor, hatta ay yokken bile parti yapıyorlar. Muhtemelen biz yarım aydan biraz daha fazla ay partisine katılacağız. Bikini dükkânına sahip bir thai ev sahibimiz var bu sefer. Adada çok yalnızlık çekiyormus hiç arkadaşı yokmuş. Bize de arkadaşı hayata döndürmek görevi verildi. Hem kırmızı bikini almak istiyordum, belki satıyordur. Ekonomisine de katkıda bulunmuş olurum. Yolda Alain de Botton isimli bir yazar amcamızın kitabını okuyorum. Çok hoşuma giden bir cümle var. Dilimden geldigince çevirmeye çalışayım efenim. “Evlilik birazcık da hicbir şekilde tam anlamıyla düzelmeyen yatak çarşafları gibidir. Bir tarafını düzeltmeye çalışırken dizimizle veya kolumuzla başka bir yerini bozmaya devam ederiz.” Baya güzel bir kitap, ilişkiler ile ilgili kafanız karısıksa yardımcı olabilir. “How to think more about sex.“
Whatsapp’i açıyorum, ozledigim birkaç insana naber looo yazıyorum. Ses kayıtları yolluyorum. Dans videoları, selfieler geri alıyorum. Phukette bir koy buluyoruz. Zıplayarak aşağı iniyoruz, denize atlıyoruz, cumburlap cumburlap. Dalgalar dev gibi, her yerimize vuruyor. Su sıcacık, serinleyemiyorum. Canım sıkılıyor çıkıyorum, kayalıklara doğru yuruyoruz. Azıcık tırmanıp tepeye çıkıyoruz, Ekvadorlu çok tarz bir çocuğun sıcak gülümsemesi ve yehuuuu diye bagırısıyla nesemiz yerine geliyor. Tam karşıda yağmur yağan kocaman bir bulutu izliyoruz hepimiz. Çok huzurlu duruyor. Sıkıntıları alıyor. Mısırlı çocuğa sen niye bu kadar zayıfsın diyorum. Ülkesinin kotu olduğu donemde çok büyük bir depresyondan nasıl zar zor kurtulduğunu anlatıyor. Üzülüyorum azıcık. Sonra coğrafyan kaderindir sözünü hatırlıyorum. Hem katılıyorum, hem katılmıyorum. Büyük etkisinin olduğunu düşünüp yürümeye devam ediyorum. Ekvadorlu çocuk ve bir arkadaşı iki ağaca hamak germisler, seyahatlerinin tadını değişik bir şekilde çıkarıyorlar. Düşünüyorum, biz niye sadece dinlenerek tatil yapamıyoruz diye, cevabı kanımız kaynıyor diye buluyorum. Sonra insanların muhabbetlerinden ne çok beklentileri olduğunu hissediyorum. Sanırım bu son senede öğrendiğim en büyük ders beklentiyi en aza indirmek oldu. Mutluluğun formülü çok açık, seyahat et, beklentiye girme, hicbir boku bir yerine takma. Sonra kendimi son yüz yılın en şanslı insanı ilan edip, kutluyorum. 31 ayak üstüne düşen insan olarak da takma isim ediniyorum. Nazar değdirmeyin sıcarım. İki gündür çektiğimiz otostoplar geliyor aklıma, daha önceden niye yapmadıgımızı düşünerek kahroluyoruz. Bundan sonra taksi yok! Seyahat etmek hic bu kadar bedava olmamıştı. Beyin bedava. Bangkok’taki ev sahibimiz, kopekleri ve annesinden ayrılmak hic bu kadar zor olmamıştı. 9 gün içinde ailemden biri gibi oldular. Annesi ve babası kraliyet ailesine hizmet eden bu mükemmel insanın adı Um. Am diye okunuyor maalesef. Adın vajina dedim Turkce’de, gülüyor. Başka bir şey olmasından iyidir diyor. Hepimize ayrı ayrı günün nasıldı diye yazıyor, yardıma ihtiyacımız var mı diye soruyor, taksi şoförlerini arayıp hangi yoldan götürmesi gerektiğini söylüyor, restorana götürüp, hicbir şekilde bizim sipariş vermemize izin vermiyor, biz acı yiyip ağlarken veya yemekleri beğenince mutlu oluyor, annesi bana bakıp gülüyor, komik olduğumu düşünüyor, bir gun daha kal sana yemek yapayım diyor. Yemeğin insanlar üzerindeki psikolojik ağırlığını düşünüyorum. Bazı toplumlar sevgilerini yemek üzerinden gosterebiliyorlar diye düşünüyorum. Konuyu daha sonra araştırmak üzere rafa kaldırıyorum. Varsa makaleniz alırım bi kuple. Seyahatlerimi tanıştığım insanlar guzellestiriyor bir kez daha. İki büklüm yazdığım satırlarıma burada ara verip bir dahaki yazımda görüşmek üzere opuyorum sizleri. Vapura binecegiz birazdan. Gotveren şoför klimayı kıstı galiba, gidip bir ensesine tokat atayım hemen gelicem. Bu arada “dikkat fil çıkabilir” tabelası olan bir ülkedeyim ona gore. 5 aydır alınmamış olan kaslarıma el attı bff`im, azıcık insana benzedim. Tayland’da kızların bıyıkları var bu arada, sevgiler.

– Eda Y.